13 Eylül 2012 Perşembe

ABİDİN PAŞA’NIN ARKASINDAN HAKARET EDENLER

-Abidin Paşa, Osmanlı’nın son döneminin ünlü devlet adamlarındandır.
-Abidin paşa 1880 yılı içinde Osmanlı yılında Osmanlı Dışişleri Bakanı idi.
-Ermeni sorunundan dolayı batılı ülkelerin görüşlerine karşı çalışmalar yaptı.
-Adana’da valilik yapan Abidin paşa’yı çekemeyenler onun arkasından ağır hakaretler yaptılar.
                                             Abidin Paşa
                                          Lisenin giriş kapısı
                                         Lise binası
                                 Seyhan nehrindekiler
    Geçen yıllar hayra alamet olmadı. 1880 yılına gelindiğinde  İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Goşen yanına batılı ülke elçilerini de alarak Babıali’nin (Osmanlı yönetimi)  kapısını aşındırmaya  “Ermeni reformu” konusunda neler yapıldığının denetleneceği mesajlarını vermeye başladı.  Aslında İngiliz elçisinin görünen isteği bu olsa da perde arkasında önemli beklentileri vardı. Mezepotomya petrolleri ayrıcalığını elde etmek, Hindistan’ın işgalinde isyancı Müslümanlardan Padişah desteğinin kesilmesi başta geliyordu.
    İngiliz elçisinin muhatap aldığı yönetici zamanın Osmanlı Dışişleri Bakanı Abidin Paşa idi.  Abidin Paşa, batılı ülkelerin Ermeni reformu isteklerini  tarihi gerçeklere dayanmadığı görüşünden hareket ederek  yerine getirmek istemiyordu.  Diyarbakır vilayetinde yaptırılan nüfus sayım sonuçlarına göre  Diyarbekir vilayetinde  240.000 İslam, 45.000 Ermeni’nin bulunduğu, “vilayeti-i Sitte” olarak anılan 6 vilayette de Ermenilerin oranının İslam ahaliye göre %-20’le civarında olduğu ortaya çıktı. Nüfus sayımları Osmanlı Nüfus Müdürlüğü tarafından gerçekci olarak sonruçlandırılmıştı. Nüfus sayım komisyonlarında Ermeni memurlar da vardı. Yerleşim birimlerindeki evler dolaşılıyor ve ev halkının sayısı tesbit ediliyordu.
     İngiliz Elçisinin yönlendirdiği Ermeni reformlarının yerine getirilmeyeceği gerçeğinin anlaşılması karşısında  Abidin Paşa hedef olarak seçildi.  Elçilerin protesto notaları, Babıali duvarlarında yankılanan  “Abidin, Abidin, defol” sesleri  acı bir gerçeği ortaya koyuyordu.
Aslandı Osmanlı borç batağı altında ekonomik krizin en ağır şartlarını yaşıyordu. Ertesi 1881 yılında Batılı ülkeler “borçları ödeme komisyonu” olarak da bilinen DÜYUN-U UMUMİYE” teşkilatını kurdular. 1887 yılı içinde Osmanlı’nın Tütün üretimi Fransız şirketlerin ortak organizasyonu sayılan Reji idaresine bırakıldı. Tütün ekim sahasının tesbiti, fiat ayarlaması, kaçak üretime müdahale yetkileri Reji’ye verildi.
Abidin Paşa,Dışişleri Bakanlığında yıprandığı için 1883 yılında Adana Valiliği görevine tayin edilerek İstanbul’dan uzaklaştırıldı.
    1894 ve ertesi 95 yılı Ermeni sorunu  adeta kangren olmuş bir hastalık haline dönüştü. Özellikle  İngiltere Hükümeti “Ermeni reformlarının yapılmasının zorunlu olduğunu aksi halde İngiliz savaş gemilerinin Marmara denizinden İstanbul’a kadar geleceği ve Padişah sarayının bombalanacağı” tehditlerini bile yapacak kadar küstahlaşmıştı. Aynı yıllarda İngiliz gizli servislerinin silah, para vb her türlü desteği ile Ermeni komitalar Taşnak ve Hınçak Anadolu kentlerinde silahlı isyanları ve yer yer savaşı başlatmışlar, kan döküyorlardı.
     1905 yılı içinde  Ermeni davası adına Osmanlı’nın başkentinde İstanbul’da padişahın Cuma namazı için Yıldız camisine geleceği biliniyordu.  Namazın bitiminde Padişah II. Abdülhamit’in yavaş adımlarla yürümesi , saniyeler süren geciktiği bir sırada bombalar peşpeşe patladı. Cami kapısındaki atlar ve askerler havaya uçtu.  Padişahı öldürmek için suikast düzenlenmişti. Ancak olayı düzenleyenler amacına varamadı. Teröristler yakalandı. Sorgulandı. Ermeni davası adına düzenlendiği ortaya çıktı. Velhasıl “Ermeni sorunu”  Osmanlı’nın çöküş yıllarında kanlı  kin dolu bir seyir izleyerek gelişti.

ERMENİLER, ÇADIR KAMPLARA YERLEŞTİRİLİYOR

-Anadolu’dan Tehcire/zorunlu göçe  uğrayan Ermeniler Halep yakınlarına ve Deyrizor şehri’ndeki çadır kamplara yerleştirildiler.
-Göçmenlerin sayısı 1916 yılı şubat ayı içinde 486 bin rakamına kadar ulaştı.
-ABD’de Ermeni göçmenler için 30 milyon dolarlık yardım kampanyası açıldı.

                                         Adana'da Ermeni çadır kampı, 1919 yılı
                                          Tarihi Taşköprü
                                          Bahri Paşa çeşmesi

    Ermenilerin savaş bitinceye kadar Suriye ve Irak topraklarına zorunlu sevk ve iskanı böylece başladı. İnsanları olay bölgelerinden evinden alıp kafileler halinde “göç ettirme” gerçekten çok zor bir görevdi.  Hem göç edenler ve hem de göç ettirenler açısından. Göç ettirme işlemi öncelikle Zeytun yöresinden başladı.   Ermeni isyanları için “çıbanbaşı” olarak görülen Zeytun Ermenileri öncelikle Kayseriye daha sonra da Adana üzerinden Halep tarafında doğru gönderildiler.  Ermeni isyanlarının çıktığı Sivas yöresinden, Van bölgesinden, hatta Erzurum, Elaziz, Erzincan yöresinden Ermeniler kafileler halinde göç ettirildiler.  Başlangıçta “Sevk ve iskan” olarak başlayan uygulama kişilerin kendi iradesi dışında “zorunlu göç” halini aldığından bu duruma “TEHCİR” veya “TEBİD” kavramları uygun görüldü.  1915 yılı yaz ayları Ermenilerin öncelikle Suriye’deki Deyr-i Zor şehrindeki ana kampa gönderilmeleri ile başladı.  Göçmenlerin geride kalan   mal ve mülklerinin devlet tarafından koruma altına alındığı hakkında yasalar çıkarıldı. Göç ettirilenler içine Ermenilerden “Gregoryen” mezhebine dahil edildi. Protestanlar ve Katolikler tehcir’den muaf tutulmuştu.  Göç ettirme yetkisi valilere ve bölge kumandanlıklarına verildiğinden  Ege ve Marmara bölgesindeki uygulama çok farklı oldu. İstanbul, İzmir, Bursa ve Kütahya yöresinden  tehcire gidenlerin sayısı yok denecek kadar azdı.
     1915 yılı yaz aylarında sadece Ermenilerin “zorunlu göçü” gerçekleşmiyordu. Benzer şekilde Rus işgal sahasında kalan Van yöresinden on binlerce Türk yurttaşı da canlarını kurtarmak için “tehcire” gidiyordu.
Pozantı vadisi,Adana-Halep yolu göç ettirilen yüz binlerce insanın dramına şahit oldu.  Erzurum’dan ayrılarak Sivas’a gelmekte olan Ermeni kafilelere eşkıya saldırıları oldu. Benzer şekilde Diyarbakır yöresinde de saldırı ve çatışmalar olmuştu.  Hastalık, açlık, yaşlılık gibi nedenlerden dolayı hayatını kaybedenler de oluyordu. Göç ettirilen Ermenileri yakından izleme görevi ABD’nin Mersin ve Halep Konsoloslarının  çalışma konusuydu. 1915 yılı yaz aylarında Deyrizor kampına ulaşan Ermenilerin sayısı 300 bin rakamına ulaşmıştı.  Ve sayı giderek de artıyordu. Osmanlı Hükümeti’nin izin vermesi ile Uluslar arası yardım kuruluşu olan “Near East Relief”e görev verildi.  1915 yılı sonlarına doğru Suriye ve Lübnan kentlerine dağılan kamplardaki “mülteci Ermeni sayısı” 485.000 rakamına kadar ulaştı.
     Aslandı 1915 yılında yaşanan olaylar Anadolu’da Türk ve Ermeni halklar arasında tam bir kırılma ile sonuçlandı. Aynı coğrafyayı birlikte paylaşan ortak tarih ve kültürel değerleri paylaşan ve günlük hayatlarında “sadık dostlar” (teba-yı sadıka) olarak bilinen insanlar arasına derin düşmanlık duyguları girmişti.
     Olaylardan sonra Ermeni çevreler 24 Nisan olayını “Ermeni soykırımının kabul ve uygulanmasının başlangıç” tarihi olarak kabul ettiler. Ermeni tarihciler 2345 ileri gelen kişinin tutuklanıp çoğunun  öldürüldüğü görüşlerini savundular. Halbuki tutuklananların ve kamplara gönderilenlerin sayısı 235 idi.
    Yine Ermeni Çevreler “tehcir” olayları sonrasında hayatlarını kaybedenlerin sayısının l ila 1.5 milyon rakamına ulaştığı görüşlerini dile getirdiler.  Bu görüşleri için de savaş öncesinde ANADOLU Ermenileri’nin sayısının 2.5 milyon olduğunu ifade ettiler.  Halbuki bu rakamlar da gerçeği yansıtmıyordu. Savaş öncesi Osmanlı resmi nüfus istatistiklerinde Ermenilerin sayısı 1.3 milyon civarındaydı.  Batılı kaynaklar da genellikle 1.5 milyon rakamına yakın bilgileri savunuyordu.  Ermenilerin “soykırım” olarak gördükleri ve savundukları rakamlar “patrikhanenin şişirilmiş nüfus tahminlerine” dayanıyordu.
     Ermenilerin “kayıplarının olmadığını” inkar eden görüşler de tarihin gerçeği olamazdı. Evet Ermenilerin kayıpları vardı.  Bir savaş halinde en çok zarar görenler sivil halk idi. Tehcir esnasında bir de Rus işgal sahası olan Doğu Anadolu vilayetlerinden  Ermenistan’a göç edenler de vardı,-ki bunların sayısı da 1918 yılı sonu itibariyle 400 bin rakamına ulaşmıştı.
Ermeni tehcirini belgelerin ışığında araştıran tarihcilerinin çoğunluğunun görüşü olaylarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısının 250 ila 300 bin civarında olduğudur.  Yine aynı olaylarda cephelerde bozularak Anadolu içlerine çekilen Türk askerlerinden de sayıları l milyon rakamına ulaşan kayıplar vardı.  Trajedinin bir başka perdesi daha vardı- ki asla unutulmaması gereken- Rus işgal sahasında kalan Doğu Anadolu vilayetlerinden geri çekilen Rus ordusunun bıraktığı yerlerde insanlık tarihinin tanık olduğu en acımasız toplu katliamları yapan Ermeni çetelerin yol açtığı  yıkım vardı. Olayların durulduğu 1922 sonlarında Anadolu bir baştan bir başa harabe halindeydi… Çünkü tarihin hatırası “dünya tarihinin barış ve adalet uygulayıcısı” Osmanlı’nın binası çökmüş, tarihe karışmıştı.

ADANA VALİSİ CEMAL PAŞA’NIN ÖLDÜRÜLMESİ

Adana Valisi Cemal Paşa’yı Tiflis’te vurdular.  Katiller bulunmadı.  Sadece cesedinin fotoğrafı çekildi.
                                          Cemal Paşa'nın vurulduğu an, 1922-Tif1lis
                                          Adana'da Bahri Paşa çeşmesi açılıyor, 1901 yılı
Üç kişiydiler Tiflis sokaklarında. Kafkasya’nın karlı dağlarının eteklerinde Gürcistan’ın orta yerindeki Tiflis şehri beklenmedik misafirlerini ağırlamanın sıkıntısı yaşıyordu o günlerde. Tarihler Temmuz 1922 tarihini gösterdiğinde  Moskova’dan trenle Tiflis’e gelenler sessiz ve sakin kıyıda kalmış bir otele yerleştiler.  Hiç kimsenin kendilerini tanımasını da istemiyorlardı.  Bütün dikkatleri çok yakınlarda bulunan Türkiye tarafından kendilerine gelecek “davette” idi.  İçlerinde birisi vardı ki milyonlarca askerin kaderine yön veren hemen herkesin tanımak ve el sıkmak merhaba demek istediği… Ama şimdi o kaderinin rüzgarına kapılarak gelmişti Tiflis’e… Bir zamanların (1909-1911) Adana Valisi, İttihat ve Terakki Partisi’nin üç liderinden birisi olarak Osmanlı Devleti’nin en tepesindeki insan, IV. Ordu kumandanı ve şimdi de yurdundan yuvasından kaçak göçek dolaşan gizlenmeye çalışan bir insan… Cemal Paşa.
    Savaş günleri geride kalmıştı. Suriye ve Arabistan, Filistin’de yaşanan savaşlar, gördüğü isyanlar, ihanetler,onun saçlarının erken ağarmasına yol açmıştı. Mondros Anlaşmasının imzalandığı (30 Ekim 1918) tarihten sonra da ülkesinden ayrılarak diyar diyar dolaşıyordu. Avrupa’nın muhtelif yerlerinde şehirlerinde. Afganistan’a kadar gitmiş, “Sultan” ile görüşerek İngilizlere karşı yapılacak isyanları yönetmek istemişti. Moskova’da bulunduğu günlerde de batılı emperyalist ülkelerin zulüm ve sömürüsüne karşı Asya halklarının direnişi içinde olacağını açıklamıştı.  Ama o şimdi hayalleri ile yaşıyordu.  Tiflis’in bir yerinde otelde gizlenmeye çalışırken, kaderinin kendisine ne oyun oynayacağının da farkında değildi. Yanında bulunan yaverleri Nusret ve Süreyya beylerle bir baba oğul gibiydiler.

    21 Temmuz 1922. Bugün Cemal Paşa ve yaverleri gizlendikleri otel odasından çıkarak akşamın karanlığında Petro Caddesinde  yürümeye başladılar.  Kısa bir gezinti yapmak istiyorlardı.  Jukovski sokağı ile Petro  caddesini birleştiren köşe başına geldiklerinde  Cemal Paşa, yaveri Nusret Bey’a dayanmış kolkola bir haldeydi.  Önlerinde de Süreyya Bey vardı.
Köşebaşlarında gizlenmiş meçhul kişiler, aniden harekete geçerek tabancaları ile hemen yanıbaşlarında bulunan Cemal Paşa ve Nusret Bey’e kurşun yağdırdılar.  Süreyya Bey, koşarak kaçmaya başlamıştı ki arkasından atılan kurşunlarla o da yere düştü.  Kaldırım taşları üzerinde Türk asıllı üç asker cansız bedenleri ile yerde yatıyordu. Sonraki günlerde cesetler yerinden alındı, otopsileri yapıldı. Fotoğrafları alındı.  Türkiye’den gelen yakınları Cemalpaşa ve yaverlerinin naşını trenle Erzurum’a getirdiler. Şehrin hemen kuzey kıyısındaki Karskapı şehitliğinde toprağa verdiler. Tarihin bir sayfası daha böylece kapanmış oluyordu.
Sonradan anlaşıldı Cemal Paşa’nın yaveri Nusret Bey, 15 Temmuz 1922 tarihiyle hanımına çok özel bir mektubunda “ Güller açıldıkça bu fakiri de hatırlarsınız, ruhum şad olur efendiciğim” yazmıştı.  Güller açıldıkça hatırlanmak isteyenler arasında Cemal paşa ve Süreyya bey de vardı. 

     Sonraki günler ve yıllar içinde güller açıldığında sevgiyle hatırlanmak isteyenlerden Cemal Paşa, “Ermenilerin kanını döken, soykırım uygulayan” bir kişi olarak tanıtılmak istendi, Ermeni çevreler tarafından tarihin gündeminde.  Öncelikle Cemal Paşa vurulduğunda katiller yakalanmamış sadece Rus Hükümeti bu işin Ermeni Taşnak Partisi militanlarınca gerçekleştirildiği gibi bir görüş açıklamıştı.
Ermeni propopogandacı çevreler, Cemal Paşa’nın bile 600 bin Ermeni’nin Tehcir sonrası öldürüldüğünü kabul ettiğini açıkladılar,yayınlarında.  Ve hep suçlamalarda bulundular. Oysaki Cemal Paşa, hatıralar kitabında olayları, gelişmeleri ayrıntılarına kadar açıklamış, kendisine yüklenen suçlama ile ilgili olarak da şunları yazmıştı “ …Osmanlı Hükümetinin  Doğu  Anadolu vilayetlerinden bir buçuk milyon kadar  Ermeni naklettirmiş olduğu ve bunlardan 600 bin kadarını yollarda  kısmen öldürülmüş ve kısmen de açlık ve sefaletten ölmüş olduklarını kabul edelim…” (Bak. Cemal Paşa, Hatıralar,İstanbul 1977, s. 444).  Cemal Paşa, bu açıklamasıyla yabancıların Ermeni tehcirinden dolayı görüşlerinin ne olduğunu söylüyordu.  Kendi görüşleri ise farklıydı.  Görev sahası içinde kalan Suriye’de Ermeni tehciri başladığında göçmen kamplarının kurulması, sağlık ve beslenme ihtiyaçlarının giderilmesi için bütün imkanlarını seferber etmişti.  Hatta yabancı yardım kuruluşlarını bile göreve davet etmişti.
     Dünyada Ermeni çevrelerin Türkleri “Soykırım yapmakla” suçlayan çalışmalarının hız kazandığı günümüzde  Osmanlı Arşivleri açılırken Cemal Paşa’dan Enver Paşa’ya hitaben yazılan 20 Temmuz 1915 tarihli şifreli mektup  gerçeklerin çok daha farklı olduğunu gösteriyor. Bakınız neler söylüyordu Cemal Paşa mektubunda :

“Dördüncü ordu mıntıkaları dahilinde göç ettirilen Ermenilerin mal, can ve namuslarının tamamen muhafazasını temin için tarafımdan lazım gelenlere en kat’i emirler verilmiştir. Diğer mıntıka ve vilayetlerde de meseleye lüzumu kadar  ehemmiyet verdirmek ve göç ettirilen  Ermenilerin  güvenliklerinin sağlanması  ve her türlü saldırıdan korunmalarını sağlamak için  bilhassa tarafınızdan kesin ve şiddetli emirler verilmesini  istirham eylerim…”

    Yıllar sonra (2003 yılı mayıs ayında) Çukurova Stratejik Araştırmalar Merkezi üyeleri  Yusuf Delikoca ve Mehmet Taş,  Erzurum’a gittiler. Erzurum’a bahar gelmişti, o günlerde .
Karskapı şehitliğine de uğradılar. Şehitlikte Cemal Paşa’nın kabri başına geçerek ellerini kaldırıp “dua ettiler”.. O sırada  gerçekten Şehitliğin hemen her yerinde gonca güller başını uzatmış sanki ağlıyor ve gözyaşı döküyordu.  Tarihin yaşanmış olayların gerçeği olan belgeler ise Arşivlerin tozlu raflarında okunmayı, anlaşılmayı kubullenilmeyi bekliyordu

ADANA’DA PAMUK PAZARLARI

-Adana’da tarih boyunca pamuk üretimi yapılmıştır.
-Pamuğun Adana’ya Büyük İskender zamanında getirildiği hakkında bilgiler vardır.
-Pamuğun anavatanı Hindistan olarak gösterilmektedir.
-Piyaz, Penbe, kutn pamuğun diğer isimleridir.
-Adana şehir merkezinde Pamuk pazarı vardı.
                                         Pamuk taşınması, 20. yüzyıl başları
                                         Evlerin damında pamuk ayıklanması
                                         Harman yeri
                                          Belemedik'ten giden kervanlar
Buğday Pazarı
Adana’da yüzyılların hatırası olarak üretilen tarım ürünleri içinde önde gelenleri  buğday ve pamuk idi. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında Adana’nın meşhur buğday pazarı, Kolordu binasının bulunduğu yeren ırmağa yakın olan arazisinde bulunuyordu.  O döneme ait tarihi fotoğraflarda ürettiği buğday başta olmak üzere tarım ürünlerini pazara getirenler, alıcı durumdaki tüccar veya esnafa satıyordu. Buğday pazarına ürün getirenler genelde iki tekerli ve at ile hareket eden tekerlekli arabalar kullanmışlardır.
Pamuk pazarı
    Adana şehir merkezinde Osmanlının son döneminde pamuk pazarı olarak kullanılan yer Kızılay caddesi kıyısında idi. Ve burası Pamuk pazarı semti olarak da adlandırılıyordu. O günlere ait resimlerde  Pamuk pazarına at arabaları ile getirilen “kütlü” adı verilen tarladan toplanmış ve “haral” veya telis çuvallara yüklenen pamuklar alıcı durumdaki tüccara satılıyordu.
Adana Ticaret Borsasının fotoğraf arşivinde Adana Pamuk pazarı veya diğer ismiyle kütlü pazarı ile ilgili çok kıymetli fotoğraflar bulunmaktadır.
    1929 yılına ait Adana Kütlü pazarı fotoğrafı  o günlerin pamuk alım satımını gözler önüne serer. Pazara getirilen telis  çuvallar içindeki pamuklar iki tekerli arabalar ile taşınıyor. Pazar meydanında çok sayıda  pamuk yüklü araba görülüyor.  Fotoğrafa dikkatle bakıldığında köylüler, hamallar, tüccarlar yeni kabul edilen kıyafet devrimine uygun olarak kasket şapka, pantol  giyiyorlar.  Mandaların çektiği arabalarda 9 telis çuval pamuk yükünün taşındığı dikkat çekiyor.  Arabaya yüklenen pamuk çuvallarının 500 kg civarında olduğunu da söyleyebiliriz.
    1942 yılında Adana pamuk ve kütlü pazarını gösteren bir başka fotoğrafta da ince ayrıntılar göze çarpıyor. İki at ile çekilen 4 tekerli arabalar pamuk çuvallarını taşımakta kullanılıyor. 4 çuval zemin kısmına ikişerli sıra halinde dizilmiş ve onun üzerine de 4 veya 5 çuval pamuk yerleştirilmiş.  Pamuk pazarında üreticimler ve tüccarlar arasında canlı bir pazarlığın olduğu fotoğrafa yansımış.  Bu fotoğraf bir başka gerçeği daha gözler önüne seriyor, 1940’lı yıllar içinde Çukurova’nın en önemli tarım ürünü olan pamuk başta olmak üzere diğer ürünler üretici çiftçiler tarafından at veya öküzle çekilen arabalar ile şehir merkezlerindeki pazarlara taşınıyor.  Henüz kamyon ve traktör ile ürün taşınması yaygın bir halde değil.  Adana şehrinin yakınındaki ova köylerinde topladıkları pamukları çuvallara yerleştiren ve öküz veya atın çektiği arabalar ile sabahın erken saatlerinde şehir merkezindeki Pazar yerine getiren köylüler saatlerce yol yürümek durumunda kalıyor.
 Kütlü pazarı yaptırıyor
    Adana’da pamuk başta olmak üzere kütlü olarak görülen tarım ürünlerinin pazarda satış işlemlerini bir merkezde toplamak ve yeni bir düzen vermek amacıyla Adana Ticaret Odası’nın imkanları ile Ceyhan yolundan Yüreğir’den  şehre giriş yerinde (şimdiki Et ve balık kurumu tesislerinin bulunduğu yer)  arsa satın alınmış ve burada kütlü pazarı kurma çalışmaları başlatılmıştır. Kütlü pazarının 1957 yılında açılışına Adana Ticaret Borsası büyük önem vermiş olacak ki Kütlü pazarının açılışının ayrıntılarının fotoğrafları çekilerek albüme yerleştirilmiştir.
   4 Eylül 1967 yılında açılışı yapılan Adana Kütlü pazarının kısa süre içinde pamuk ürünlerinin üreticiden alınması işlemleri hız kazandı. Şehir merkezinde bulunan tüccarlar, pamuk ürünlerini işleyen çırçır-prese fabrikaları temsilcilerinin bir araya geldiği buluşma yeri idi adana Pamuk ve Kütlü pazarı . Kütlü Pazarının açılış fotoğraflarında bir ayrıntı daha dikkati çekiyor: İnsanların ulaşımı için otobüsler ve pazara ürün getiren kamyonların bulunması .
    Adana Pamuk Pazarının şehir merkezine uzak olması ve  pamuk satın alanların kütlü pazarına gelişlerinde sıkıntıların yaşanması üzerine 1970 yılında Kütlü pazarının bulunduğu arsa Et ve balık kurumuna satılmıştır. 1970 ve 80’li yıllarda Adana’da pamuk pazarı işleri gelişigüzel yerlerde yapılmıştır. Adana Belediyesinin yardımıyla Karşıyaka  Cumhuriyet Un ve Çırçır Fabrikasının yanındaki boş arazi ile Karataş yolu üzerinde Seyhan nehri kıyısında Vakıflara ait boş arsa kütlü pazarı olarak kullanılmıştır.  Adana’daki pamuk satın alımında Çukobirlik’in ön planda olması dolayısı ile  pamuk pazarları da tarihe karışmıştır.

GÜLEK GEÇİDİ VERGİSİ KALDIRILIYOR

-Adana’dan yolma çıkan kervanlar Gülek geçidinden ilerleyerek Pozantı-Ulukışla yolunu izliyordu.
-Gülek geçidinden geçiş esnasında vergi veriliyordu.
-Gülek kalesi geçit güvenliğinin sağlandığı karakol durumunda idi.
-Adana Valisi, 1890 yılında Gülek boğazından geçişte alınan vergiyi kaldırdı.
                                         Gülek boğazından kervan geçişi, 1875 yılı
                                          Adana vilayet haritası, 19. yüzyıl sonları
                                         Adana şehri ,1875 yılında
                                          Gülek geçidinden para alımına son verilmesi karar belgesi
    Adana Valiliği, 1890 yılı içinde tarım ve ekonominin canlanması için önemli bir karar alarak Gülek geçidinden alınan “Yol geçiş vergisini” kaldırdı.  Ancak bu tarihe gelinceye kadar Adana vilayetinin en önemli gelir kaynakları içinde “menzil” olarak da isimlendirilen konup-göçülen duraklama yerlerinden bir de Gülek gibi İçanadolu’dan Çukurova’ya geçişi sağlayan önemli  duraklama yerinde insalardan ve hayvanlardan kelle sayılarak alınan vergilerin kaldırılması önemli ir kayıp gibi görülebilir.
    Osmanlı Şurayı Devlet Meclisi, 6 Şubat 1890 tarihli oturumunda Gülek geçidinden alınan verginin kaldırılması yönündeki Adana valiliğinin aldığı kararı inceledi. Ancak adana şehir merkezinde bulunan Gurebe >hastanesinin masraflarına karşılık olarak kullanılan yüz altmış iki bin beş yüz (162.500) kuruş verginin son kez  olarak 1890 yılı Eylül ayının sonundan ertesi 1891 yılı Ağustos ayına kadar  alınmasına olumlu cevap verdi (1). Bu tarihten sonra Adana Gureba Hastanesi’nin masrafları Belediye ve Hazine gelirlerinden aktarılacak paylar ile karşılanacaktı.
     Gülek Boğazından geçiş vergisinin kaldırılmasının en önemli gerekçesi ise her yıl bahar ve yaz aylarında Çukurova’ya çevre illerden 40 ila 60 bin arasında tarlalarda çalışmak üzere amelenin geldiği, bu kadar çok sayıda insanın menzillerden ve boğaz duraklama ve geçiş yerlerinden para almanın yarattığı ekonomik sıkıntılara çözüm bulmak amaçlanmıştır.
    1840’lı yıllarda Adana eyaletinin ekonomik durumunu yerinde araştıran İngiliz Doğu Hindistan kumpanyasının görevlisi W.B.Barker,   o yıllarda Adana eyalet bütçesinin gelir ve gider kaynakları hakkında da bilgiler vermektedir. Valiliğin yılık bütçe geliri 10 milyon kuruş olarak belirtiliyor. Giderleri ise  1.144.000 kuruştur.  Bütçe gelirleri içinde  köylülerden alınan öşür vergisi, Hristiyanlardan alınan cizye vergisi, gümrüklerden alınan vergiler ve özellikle Gülek Boğazından geçenlerden alınan kelle başı 5 kuruş toplamda da 70 bin uruş  vergi önemli gelir kalemleri arasında gösterilmiştir (2).
    Osmanlı yönetiminin kendi yurttaşlarına bir şehirden bir başka şehre giderken kısıtlamalar getirmesi, menzillerde konup göçmelerden bile para alınması Çukurova gibi tarımda yoğun insan işgücünün kullanıldığı bir bölgenin tarım ve ekonomik kalkınmasının önündeki en önemli engellerden birisi olarak görülmüş ve 1890’lı yılların başlarında da kaldırılmıştır.
…..
1.BOA, İ-MM, nr. 108/4649
2.W.B,Barker, Lares and Penates…,London-1853, s. 125.